logo
Fotoğraf Galerisi

Cihan’ların Diyarı, Gözsüz Köyü’nün GÖZÜM Ayranı …

12 years, 1 month ago Fotoğraf Günlükleri 0
Tarih : 05.02.2012 Pazar
Saat : 08:00
Telefoun acı çığlıkları ile atılıyorum yataktan. Bide bakıyorum ki başkanım arıyor :S bir anda toparlıyorum kendimi fakat geç kalmışımbile :S
Haklı olarak başkanımdan bir fırça yiyorum ve sabah kahvltsını böylelikle yapmış bulunyorum :
Sonrasında geçte olsa evden koştura koştura çıkıyorum. Tabi çıkarken makineyi unutmadığımdan da emin oluyorum.
Saat : 08:20 de Otobüse bimiş oluyorum. Fakat otobüs bana inat bir türlühareket emiyor.
Saat 08::30 aklımdan başkandan yiyecek olduğum 2. fırça geçmekte “Leyn hseyinnnnnnnnnnnnnnnnn” diye n ler uzayıp gidiyor aklımda 🙂
Derken şöför geliyor ve paraları toplamaya başlıyor ama o kadar yavaş topluyor ki sanki inadına yapıyor. Tabi bu arada bir de aracın Sırtköy e uğrayıp uğramayacağı telaşına düşüyorum. Otobüs hareket ettikten sonra bir gözüm açık köy yolunu gözlüyoum. Sanki ben bakınca girmeyecek 😀
Neyse ki otobüs köye uğramdan gidiyor. tekirdağa kadar.
Saat 09:00 otobüsten indim ve koştura koştura sahile yetişmeye çalışıyorum.  Bir an önce gitmek için soluk oluğa koşturuyorum. (tabi maksat göbeği eritmek ama siz çaktırmayın) 😀 Derken telefon acı acı ciyaklıyor. Ahanda gene fırçyı yedik diyorum ve istemeden de olsa açıyorum. 🙁
“Efendim başkanım”
“Nerdesin ?”
“abla, şey ben geldim , ama geliyodum, valilikteyim”
gibilerinden bir kaç bir şey sayıklıyorum ama başkanım anlamış ki
“Tamam aferin hadi çabuk gel” diye kısa kesiyor.
Neseki 3. fırçadan kurtulmuştum 😀 😀 😀 😀
Sonrasında sahile varıyorum birde ne göriyim Kemal abimde glmiş :S (ahanda şmdi asıl frçayı yedik diye geçiriyorum içimden 😀 )
Hani ben tam sıyırdım derken yakalandımya gene 😀 😀 😀
Tabi nasıl olduysa hafif sıyrıkarla çıkıyorum bu geç kalma savaşında 😀
Oysaki ben geç kalmamalıydım, kalmayacaktım, kalmamayı ümit ediyordum. Ama akşam telefonu kurmayı unutmuşu :S Tabi gece o kadar geç yatınca dedenin uyarılarını da pek dinlememişim 😀

Nerde kalmıştık.

ilk durağımız Allıışık Köyü.

Köyde muhtar bizi bekliyormuş. Derneğimizin Malkara ve civarı sorumlu üyesi Cihan (soyadını ha bire yanlış yazıyom burda düzgün yazıcam bu defa 🙂 sanırım ÖZMEN di) Çekime onunla başlamıştım 🙂

Biz gitmeden muhtarlarla konuştuğu için çok samimi bir ortamla karşılandık. Hatta ilk defa bu kadar bilinçli bir çekim yapacağımı düşünmekte haklı olmadığımı gün sonunda farkettim.

Kahvede sıcak çaylarımızı içerken muhtarla Kemal Abi de olayın derinliklerine iniyordu. Tabi biz etrafta fotoğraf çekme girişiminde bulunuyor köylü amcaları ve sokakları az çok fotoğraflıyoruz. (Çaylarımız gelene kadar)

Kahvenin içinde muhtarla ateşli bir konuşma geçtiğini gördüğümde ben niye orda değilim diye düşündüm bir an.

Elbette ki benimde orda olmam ve Kemal abiyi gözlemlemem gerekiyordu. Bu düşünceler hızlıca aklımdan geçince bende yerimde durmayıp yanlarına gittim tabi.  Dışarıda güneş var. Güneş biraz sert o nedenle kahve dışında pek fotoğraf çekilecek durum yoktu. İçeride kemal abi ve muhtarı dinlerken muhtar amcadan bir hatıra karesi almak için bastım deklanşöre. . .

Burada bir parantez açmak istiyorum aslında. Biraz gezinin benim hayatımdaki yerini belirtmek gerek sanırım.

{Tam olarak ne kadar oldu hatırlamıyorum ama yaklaşık 2 yıldır sadece siyah beyaz fotoğraf çekiyorum. Aslında çekmeye başlama amacım S&B fotoğrafta renk ve doygunluk etkilerinden kurtulup kompozsiyon ve kontrast öğelerini iyice öğrenebilmekti. S&B fotoğraflarda fotoğrafı öne çıkaran temel öğeler olduğunu düşünüyorum. İşte bu sebeple hep S&B fotoğraflarla uğraşmaya başladım. bir süre renkli çekip siyah beyaz yapmış olsamda sonraları çekim aşamasında daha S&B olarak kaydetmeye başladım. Artık herşey siyah beyazdı benim için deniz

, kum, bulutlar, yapraklar, ağaçlar, hatta çiçek ve böcekler bile hep S&B dı.

Kompozisyon ve fotoğrafik öğelerin öğrenilmesi için güzel bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Hatta pek çok kez arkadaşlarla bu konuda tatlı tartışmaya girdiğimiz olmuştur. Fakat farkına varmadan tüm bu S&B kasvet ve üzüntü aslında hayatımada yerleşmiş 🙁 Yada hayatımda olan aksaklıklar ve çeşitli sıkıntılar fotoğraflarıma S&B olarak yansımışta olabilir. Şimdi hangisi doğru bilemedim şimdi.  🙂

Sonuç olarak siyah beyaza karşı aşırı bir ilgi besleyip sadece onu düşünmeye başladım. Ancak bir süre sonra birde baktım ki tüm fotoğraflar S&B :S Okadar bunlar belge niteliğini taşımalı

Psoriaasi tiedotus

, gerçeği yansıtmalı, o bu diyoruz amma kırmızıyı kırmızı, yeşili yeşil göstermekten kaçıp hepsini gri bir tona bürüyormuşum oysa. . .

Peki nerde kaldı bunun gerçekliği ?

Gerçek dediğimiz şey sadece objelerden, şekillerden mi oluşur ?

Gibi bir sürü soru kafamı kurcalamaya başladı. Tabi burda bunu sorgularsam sanırım bu yazı bitmeyecek 🙂

Her neyse sonuç olarak ben artık siyah beyaz takıntımın olduğu kanaatine vardım ve siyah beyaz takıntımdan vazgeçme kararı aldım. Bu karar da işte tam bu gezinin öncesinde alındı. Gezi boyunca da bu kararıma sadık kalmaya çalışsam da muhtar amcanın fotoğrafını çekerken renkli yerine siyah beyaz olmasını tercih etmekten kendimi alamadım. Oda eski alışkanlık işte 🙂 }

Süslü parantezimizi de kapattıktan sonra gezimize dönebiliriz.

Konu eğitimden açıldı. Köyde bir ilköğretim okulu var ancak şuan kullanılmıyor. Kısa süre öncesine kadar 3. sınıfa kadar eğitim veriliyormuş ancak artık eğitim verilmiyor öğrenciler malkaradaki okullara gidiyor, orada eğitim ve öğrenimlerini görüyor . . . Her gün git gel en az 1 saatleri hayatlarından çalınıyor . . .

Düşünüyorum da biz bu ülkenin son kuşaklarından olmamıza ramen şuanki öğrenciler ile bizim yaşamış olduğumuz öğrencilik arasında çok büyük farklılıklar var.

 Bizim bir öğretmenimiz vardı beni çok severdi (en azından bana öyle gelirdi) adı Mehmet DENİZ. Kendisi ilk öğretmenim ve benim ilk hayat hocamdı. (az sopa yemezdim ama sevdiğinden  😀 ) O çocuk halimle benim kafama çok güzel fikirler sokar, farkında olmasamda hayatı anlamamı sağlardı (bunun daha yeni farkına varıyorum).

Biz ilk okul zamanında okul biter bitmez maç yapıcaz diye koştura koştura üzerimizi değiştirip okula dönerdik. Gerçi ben kurnazlık yapar önlüğü çantaya tıkıştırıp o uzun yolu çekmekten kurtulurdum. (e eve gidince fırçayı da yerdik tabi) Sonra koca gün maç yapardık. Bir maç biter yenme yenilme kavgası bitmez yeni takımlar kurulur yeni maçlar olurdu. Hala kulaklarımda çınlar iki kişi karşılıklı geçer

Aldım verdim

Ben seni

Yendim

diye devam eden kavgalı gürültülü takım seçme işlemleri zorda olsa biterdi. Sonrada sanki dünya kupasını oynuyormuşçasına maça başlanırdı.

Nasıl bir enerjiyse eve gittiğimizde de zor gelse de ertesi gün için ödevleri yapar akşamki maç için hazırlanırdık.

Şimdiyse öyle mi ?

1. sınıfa giden bir çocuk okuldan çıktığında koşa koşa eve gidyor ve ne yapıyor ? Bilgisayarının başına geçiyor bir sürü oyundan bir tanesini seçiyor kendine ve akşama kadar oynuyor. Akşam olay genelde eskiyle aynı oturup ödevlerini yapıyor. Hazırlanmaya çalışıyor. (aklını bilgisayarından alabilirse tabi)

Biz okulda maç yaparken, sokakta misket oynarken, saklambaç oynarken arkadaşlık kavramımız bilinçsiz de olsa gelişiyor birbirimizi tanıyorduk peki günümüzde bu oyunlar ortadan kalkmaya yüz tutmuşken durum ne ? diye de düşünüyorum bazen. . .

Düşünceleri bir kenara bırakıp gezimize dönelim.

Okula girdiğimde pek iç açıcı bir manzara ile karşılaşmıyorum. Sınıfların birinde tahtanın bir tarafı kopmuş ve yana yatmış . . Tıpkı insan bağlarımızın kopup ilişkilerimizin tek tarafa yatması gibi. . .

Sınıf artık kullanılmasa da tahtada hala bazı yazılar var. .

Ders : müzik

Konu : Şarkı

Birde “Gamze Kaya” yazısı tahtada dikkatimi çekiyor. İlk ihtimal dersteki son öğretmenin adı olmasıydı. O değilse bile son öğrencilerden biriymiş kendisi. Tarihi, saati bilmiyorum ama o gün söylenen şarkı okuldaki söylenen son şarkıymış.

O güne kadar söylenmiş en uzun, en içten ve en acıklı şarkı…

Okuldan çıkıyor ve yavaş yavaş köyü gezmek için yola koyuluyoruz.  Mevsimin bize hediyesi olan çamurlu yollarımızda yürürken güneşin gökyüzünden gönderdiği selamı alıyoruz. Güneşin parıltısı içimizi ısıtsa da havanın soğukluğu kanımızı dondurmaya yetiyor.

Bir süre gurup ile birlikte yürüdükten sonra Tansel ile fotoğraf çekmeye koyuluyoruz. Güneşi de arkamıza alınca gökyüzünün maviliği köy evleri ve yollarla uyum sağlıyor. Bizde tanselle fotoğraf çekmeye başlıyoruz amma aklımda bulunan kare için elimdeki 24-85 mm lensin açısı yeterli gelmiyor bana 🙁

Tabi Tansel’de bulunan 14 mm yi almak istesemde Canon & Nikon savaşı burada da beni buluyır ve çekmekten vazgeçiyorum. 🙁

Oysaki yıkık bir evin içersinde bulunan odun yığını nekadar da dikkatimi çekmişti 🙁

Kadraşın alt köşesinde odunlarla başlayan kompozisyonda odunlar büyükten küçüğe giderek güzel bir helezon oluşturacak, eski ev kadrajın yanlarından girip yine belirgin bir doku oluşturacaktı. Hatta gökyüzünün o derin mavisi fotoğrafın üst bölgesini doldurarak biraz kontrast yaratarak fotoğrafa renk verecekti 🙁

Ama çekemedim 🙁

Gözümüzü vizörden ayırdığımızda ekibin diğer üyelerinin bizden hayli ilerde olduğunu görüyorum.

Neyse diyoruz gittiler zaten buluşuruz elbet. .

Yola devam ederken uzaktan bir ses geliyor kulağımıza

“Merhaba”

önünden geçmekte olduğumuz evden geliyordu ses.

“Gelin bir kahve içinde içiniz  ısınsın” diye devam ediyor amca. .

tabi muhabbet başlıyor uzaktan uzaktan.

nereden geldiniz, ne yapıyorsunuz gibi birkaç sorunun cevabını verdikten sonra içeri girip kahve içmeye karar veriyoruz.

Kahvelerimizi yudumlarken tanıyoruz Hasan amca ve Zeynep abla ile.

Hasan amca inşaat işleri yaparak kazanıyor hayatını. Allıışık köyü ve tabi civar köylerdeki bir çok yapıya hayat veren ustalardan biri kendisi.

 Zeynep abla evhanımı ancak sanmayın ki onca binayı sadece Hasan Amca yapmış. Hasan Amca çalışırken zeynep ablada hep yanındaymış. Elinden geldiğince yardım eder, öğle yemeğini hazırlar, suyunu verir hep destek olurmuş Hasan Amca’ya . . .

Zeynep abla ve Hasan Amca’nın 2 oğlu 2 kızı var.  Oğullarından biri köyde iş olmadığından askerden sonra çorluya yerleşmiş. Arada bir ziyaretlerine gelse de yine gurbet işte . . .

Aslında daha nice hoş sohbetlerimiz oldu Hasan Amca ve Zeynep Abla ile ama uyku sersemi ajandamı çantadan çıkartınca not alma imkanım olmadı. Şu birkaç bilgiyi bile aceleyle çıkarttığım bir peçeteye yazmıştım . .

Hasan Amcalara kahve için teşekkür ettikten sonra ekibin arkasından araçlara dönüyoruz. .

İkinci durağımız Gözsüz Köyü.

Gözsüz Köyü Tekirdağın Malkara ilçesinin yaklaşık 7 km güneyinde yer alır. Ganos ve Koru dağlarının eteklerinde saklanmış alabildiğine düzlükte kurulmuştur.

Dernek üyelerimizden Cihan’ın köyü olan Gözsüz Köyü’nde ilk dikkatimi çeken camisi oluyor. Oldukça modern ve yüksek. Tabi bu durum bizimde işimize geliyor. Cihan ile panaroma yapmak için minareye çıkma kararı alıyoruz ve ilk olarak kahveye geçiyoruz.

Sıcacık dem, hoş sohbet. . .

 Çaylarımızı yudumlarken köyün ileri gelenleri ile sohbette başlıyor. Biraz köy tarihi, biraz kültür, biraz sanat, biraz da hayatın içinden sohbetler geçiyor. (notlarım olmadığı için yazamıyorum hepsini)  🙁

Belki sonrasında Cihan’ın kayıtlarından çıkartıp ekleriz bişiyler ama şimdilik pek yok 🙁

Sohbetin ortalarında muhtar köyün süt ürünlerinden bahsetmeye başladı.

Eskiden köyde iki tane Kooperatif varmış. Bu iki kooperatif birleştirilerek Gözsüz Köyü Süt ve Süt Ürünleri İşletme Tesisleri kuruluyor. Gözsüz Köyü Süt İşleme Tesisleri’nde “GÖZÜM” markası ile  ayran, tereyağ, yoğurt gibi çeşitli süt ürünleri üretilmekte. Tesis yöneticilerinin söylediğine göre AR-GE çalışmaları hala devam ediyor ve yakın bir zamanda pastorize süt üretimine de başlayacaklarmış. .

 Çaylarımızı içtikten sonra öğle yemeği için Cihan’ın evinin yolunu tutuyoruz. Biraz önce tanıştığımız dedemiz bizi girişte karşılıyor.  Yemek öncesi ısınmak için şöyle kuruluyoruz koltuklara. . . Sohbet ortasında Cihan’ın fotoğrafa merakının nereden geldiğini öğrenmiş bulunuyoruz.

Meğer bizim cihanın babası eski kurtlardanmış,  elinde malkaraya ait kocaman bir arşiv var ve derneğimize bu bilgileri kazandıramamışız. Ah Cihan ah alacağın olsun 🙂

 Çorbadan sonra kuru fasülye + Pilav ikilisine Gözsüz Köyü’nün Gözüm ayranı eşlik etti. Uzun zaman bu üçlüyü unutamayacağım çok açık 🙂

Cihan’ın ailesine tekrar teşekkür ederek ayrılıyoruz yanlarından. Bir de hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmuyoruz tabi.

yola koyulur koyulmaz gurup fotoğraf çekimlerine başlıyor. Bizse Cihan’la beraber caminin yolunu tutuyoruz.

 Camiye geldik ama minarenin bukadar yüksek olduğunu hiç bilmezdim. O merdivenleri çıkmak için heralde bi 5-10 kilo verdim 🙂 Gerçi daha da vermem gerek ya orasıda ayrı 🙂 Ama bu cüsseyle o daracık kapıdan geçmeyi başardımya beni ödüllendirmeleri gerek 😀

Neyse sonunda çıkıyoruz minareye.

Panorama yapmak için şöyle bir dolaşıyorum minarenin etrafında. güneş tepede olduğu için çok geniş bir panorama yapamayacağımı anlıyorum. Bir taraf patlayacak yoksa. . .

Aslında çekimlerimizi birazda köy arşivine koymak için yapıyoruz bu nedenle önce 24 mm ile köyün farklı kesimlerini çekmeye hazırlanıyorum. Elbette ki manzara çekimlerinde kısık diyafram olması için F değerini 16 civarına alıyorum. (ki bu durumda perde hızı 1/100 civarlarında kalıyor) biraz daha kıssam bu defa perde hızı çok düşeceğinden titreme ihtimali olacak. Gerçi odak uzaklığının 1.5 katı kadar bir değer genelde titremenin önlenmesine yetiyor ama işi garantiye almak gerek yinede 🙂

Genel olarak binaların çatıları güzel görünüyor fakat ben hep belirgin bir bölge aradığım için fotoğrafta kadrajımın sol alt altın noktasına caminin kubbesini yerleştirmeyi tercih ediyorum. Hani sanki biraz daha farklı oldu gibi. Biraz daha farklı bir hava verdi gibi bence. Hem bu şekilde az çok çekim noktamıda belirtmiş oldum. . .

Panorama için uygun açının güneşi arkama alarak çekim yapmak olduğu kanaatine varıyorum. Bu şekilde hem makinenin fazla ışıkta yanılmasını hemde tonların ani değişiminin önüne geçeceğimi düşündüm.

Makinemi diyafram öncelikl moddan manuel moduna alıyorum. Biliyorsunuz ki panorama çekimlerde farklı açılardan çekeceğimiz fotoğrafların ışık değerleri aynı olmalı aksi taktirde birleşme noktaları belli olacağı gibi bölgesel ton farklılıkları oluşacak, hatta fotoğraflar arasında bağlantı kurulamayıp birleşmede problem bile yaşanabilir. Bunun en garanti yolu manuel modda çekim yapmaktır.  Bu şekilde  hiçbir ayar değiştirmeden sadece kadraj değiştirilerek çekimlerin stabil olması sağlanır.

Panorama yaparken dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi de odak uzaklığıdır. Birden fazla parça birleştirileceği için görüntülerde herhangi deformasyon olmaması gerekir. Bu da aslında gözün gördüğü açıya yakın bir odak uzaklığına sahip mercek ile çekim yapmak anlamına gelir. FF makinelerde bu değer 80 mm civarıdır. Çarpanlı makinelerde ise 50 mm bizim işimizi iyi görür. Zaten pek çok panorama çekiminde 50 mm nin tercih edilmesinin nedenlerindendir. Gerçi keskinlikte kit lenslere göre daha iyidir 50 mm de ama en büyük nedeninin açı olduğunu düşünüyorum.

Çekimde dikkat edilmesi gereken en önemli şeylerden biri de çekilen fotoğrafların birbirini takip ederken ortak bölgelerinin olması. Her karenin birbirinle ortak bölgeleri olması gerekiyor. Ölçüt olarak yaklaşık 1/3 oranında ortak bölgenin olması birleştirmeyi kolaylaştırdığı gibi parçalar arasında boşluk kalma ihtimalini de ortadan kaldırır. Perspektif etkisi nedeni ile bazen parçalar arasında kayıp dokular kalabilir.

Neyse ben ayarlamalarımı yapıyorum ve 7 kare çekiyorum.

Tabi evde birleştirme yaparken  yukarıda bahsetmiş olduğum oranda bir karede gözden kaçırmış olmalıyım ki 5 kareyi birleştirebildim. Ama devamını getiren 2 kare birleşmedi 🙁

Bu biraz canımı sıkıyor ama yine gidip çekerim 🙂

Şunuda ilave etmem gerekiyor sanırım. Benim makinem FF bir makine olduğundan binalarda perspektif etkileri göze çarpıyor. Sanırım arada bir farklı fotoğraf tekniklerini çalışıp hafızayı güncellemek gerekiyormuş 🙂 3 te 1 başarılı çekim 😀

 Biz minareden indiğimizde yerimizi diğer arkadaşlara bırakıyoruz 🙂

Kemal Abi’yi yine kahvede dinlenirken yakalıyoruz ve köyümüzün övgüye layık süt işleme tesislerine doğru yola çıkıyoruz. Muhtar ve tesis sorumlusu  ile beraber tesisin önünden geçerken gözüme takılan kareyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tesisin kullanmış olduğu sütler köy halkı tarafından sağlanıyor. Tesiste üretim dışarıdan gelen talepler doğrultusunda olmakta. Eğer üretim ihtiyacından fazla süt toplanırsa köyden o zaman sütler diğer firmalara satılıyor. bu şekilde gelen talepler karşılanıyor ve güzel memleketimin şirin köylüleri geçimlerini sağlıyor. .

Muhtarımızın söylediğine göre baya talepte varmış ürünlerimize.

Tereyağı, yoğurt ve diğer ürünleri test etme şansımız olmadı ama Gözsüz Köyü’nün “GÖZÜM” ayranı gayet güzel ve hoş bir tada sahip. Tekirdağlı olarak  bundan gurur duyuyorum.

Etraftaki işletmelerinde bunun farkına varmasını temenni ederek tesislerden ayrılıyoruz.

Tesisleri de gezdikten sonra artık köyden ayrılma zamanımız geliyor.

Ufak ufak araçlara binip bir sonraki köyümüz olan Karacahalil Köyü’ne doğru yola çıkıyoruz.

Tabi ben yine Cihan’a koplotluk yapmaya devam ediyorum 🙂

Karacahalil Köyü’ne geldiğimizde yine aynı sıcak karşılamayı buluyoruz.

Vakit geç olduğundan kahvede fazla oyalanmadan köyü dolaşmaya başlıyoruz.

Sanırım ilk ilgimi çeken boş sokak ve cami oluyor. köyü bana anlatan en güzel kare sanki. Camisi ile, taş duvarları ile, çamur yolları ile . . Tek aykırı gelen yerdeki arnavut kaldırımlar. .

O kaldırımlar aslında gelişimin belirtileri bu sebeple çok ta üzülmüyoumr fotoğrafımda olmasına…

Bu arada başkan bizi bırakıp önden koştura koştura gidiyor. kesin bişiler gördü diyorum ve yavaş yavaş arkasından ilerliyorum  🙂

Fotoğraflarda olmayan çamurlu bir yoldan gidince solda köşede kalıyor bu şirin ev.

Memleketimin unutulmaya başlanan köylüsünün tek geçim kaynağı. . .

Karacahalil Köyü’nde tarım çok gelişmemiş. Yada insanların tarlaları olmadığından farklı bir çözüm olarak hayvancılığa yönelmiş hepsi. Genel olarak hayvancılık ile geçiniyorlar. Ancak diğer köylülerimiz gibi iş olanakları ve geçim sıkıntısı nedeni ile köyden göç her geçen gün artıyor.

Burada da bulunan keçilerde mas mavi gökyüzü ile birlikte  bu günün hatırası olarak arşivime giriyor. . .

Son olarak yol üzerinde yeşil bir deniz üzerinde mavi bir perdenin önünde duran küçük, beyaz bir ev ilgimi çekiyor. Gayet güzel ve hoş. .

Ama daha çok ilgimi çeken eve doğru olan gölgeler oluyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse evi görmemi sağlayan da o gölgeler oluyor. .

Yanılmıyorsam saat 4 civarı olduğundan gölgeler oldukça uzun. Bende bunu fırsat bilerek evi sağ üst altın noktaya yerleştiriyorum. Ve deklanşörüme basıyorum. Elbette bu çekimde diyafram çok önemli. Kısık olmasına dikkat etmek gerek. . Sonra o güzelim gölgeler kaybolur gözümüzden. .

Köyün dışına doğru geldiğimizde köüçük dostumuz karşılıyor bizi.

Biraz çekingen olduğundan konuşmuyor ama poz vermeyi de ihmal etmiyor . 🙂

Köyün dışında bir değirmen olduğunu söylüyorlar tutuyoruz yolunu. Birde ne görelim başkan bizden önce keşfetmiş bile değirmeni 🙂 Değirmende yakalıyoruz başkanımızıda ve gurubumuz yine tamamlanıyor.

Birdaha geldiğimde de tekrar çekerim diye ben değirmeni çekmiyorum. Gerçi içerisi çok karanlık olduğundan tripod veya flash olmadn istediğim kareleri almam zaten pek mümkün olmayacaktı. Etrafı epey yıkılmış ve içerisi oldukça kötü durumdaydı.

Değirmenin orada tansel şöyle diyor

“kart dolmak üzere” :S

bir an şaşırdım. Acaba kaç kare oldu diye merak ettim sordum.

“1900 küsür” deyince bir an şaşırdım 🙂

Ama şaşırmamın nedeni çekmiş olduğu fotoğraf kareleri değildi. Okadar çekmesine ramen makine hala nasıl 7000 karede oluyor ben anlayamadım 😀 zaten bu olayda gezimizin güzel anılarından bir tanesi olarak  hafızama kazındı.

Sanırım bi yarım saat rahat geyik yaptık bu konuda 😀 😀

Artık eve gitme vakti gelmişti. Hava soğukmu soğuk :S

Memleketimde köylülerimiz eşekleriyle çalışmaya giderken bizde Düldüle binip evin yolunu tutuyoruz.

Önce tekirdağ, oradan da otobüsle Muratlıya geldiğimde yolculuğum sona eriyor.

Üşümüş ve yorulmuş olsam da uzun zamandır bu kadar rahatlatıcı bir yezi yapmamıştım 🙂

Tabi birde gezinin yazım aşaması var o da ayrı bir konu olur 5 gündür ha bire yazıcam ama parça parça yazıyorum 🙂

Ha unutmadan bu güzel gezide beraber olduğumuz TEFSAD ailesine sevgilerimi gönderiyorum. Başkanım özelliklede sana 🙂 🙂

10.02.2012 Cuma

Saat: 23:28

Sonunda yazı bitti 🙂

Hüseyin YILDIZ

Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.